İKTİDAR İÇİN 1 TEMMUZ’UN ÜÇ KURUŞLUK BİLE ANLAMI YOKTUR!
Bugün; 1 Temmuz 2020. Kabotaj ve Denizcilik Bayramımızın 94’üncü yıl dönümü. Kabotaj; bir devletin kıyıları, karasuları, göl ve akarsularında yürütülen tüm denizcilik faaliyetlerinin kendi tekelinde icra edilmesi demektir.
Osmanlı’da bu faaliyetler kapitülasyonlar yolu ile yabancılara verilmişti. Biz bu hakkımızı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yaptığımız Kurtuluş Savaşı sonrasında, 1 Temmuz 1926 tarihinde yürürlüğe giren 815 sayılı Kabotaj Kanunu ile geri aldık ve yabancıların kapitülasyonlarla kazanmış olduğu imtiyazlara son verdik.
Deniz Zenginlik Demektir
Deniz, zenginlik demektir. Bugün dünyanın tüm zengin ülkeleri denizlerinden halkları için katma değer üretmektedirler. Denizlere sırtını çevirmiş ve denizlerden katma değer üretmeyen ama zengin olmuş tek bir ülke bile yoktur. Nazım Hikmet’in dediği gibi ülkemiz “Akdeniz'e bir kısrak başı” gibi uzanıyor ve biz de ülkemizin coğrafi konumunu tanımlarken “üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada ülkesiyiz” diyoruz. Ama iş denizlerden faydalanmaya ve halkımız için katma değer üretmeye gelince; gerçek anlamda denizlerde yokuz. Bunun en büyük nedeni Osmanlı’dan aldığımız kötü mirastır. Cumhuriyetin kurulması ile bu yazgı değiştirilmeye ve 1926’daki Kabotaj Kanunu ile de önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmıştır.
Denizlerden her alanda faydalanmak açısından coğrafi olarak büyük avantajlara sahip olmamıza rağmen, özellikle 1950’den sonra, Cumhuriyet hükümetlerinin bu işi fazla sahiplenmedikleri görülür. 18 yıldır ülkemizi yöneten AKP iktidarları döneminde ise her türlü özelleştirme, yabancılaştırma ve denizcilik alanında yaratılan değerlerin haraç mezat satılması ile kabotaj imtiyazının içinin boşaltılmasına ve tekrar yabancılara veren bir konuma gelmemize neden olunmuştur.
Herkes Denizlerden Daha Fazla Pay Alabilmenin Peşinde!
Dünyamızda karasal kaynakların azalmaya ve bazı kalemlerde tükenmeye yüz tuttuğu düşünülürse denizlerin ne kadar önemli olduğu belki daha iyi anlaşılabilir. Geçmişte mümkün değilken, bugün gelişen teknoloji sayesinde denizlerdeki hammadde kaynaklarının neredeyse tümüne ulaşmak mümkün hale geldi. Bu yüzden tüm ülkeler denizlerden daha fazla pay alabilmenin peşinde! Dünya ticaretinin yüzde 92’sinin deniz yolu ile yapılmakta olduğu ve sadece şu ana kadar elde edilen verilere göre Kıbrıs etrafında Türkiye’nin en az 100 yılına yetecek kadar doğalgaz ve petrol bulunduğunun göz önüne alınması sanırım denizlerin önemi hakkındaki soru işaretlerini giderecektir.
Ayrıca; küresel ısınma ile birlikte özellikle Kuzey Kutup Bölgesindeki buzulların erimesi, bu bölgenin deniz ticaret trafiğine açılması ve yine gelişen teknoloji bu bölgenin zengin hammadde kaynakları için iştahları kabartıyor ama bölgede coğrafi konumları nedeniyle sadece ABD, Kanada, Danimarka, Norveç ve Rusya hukuken söz sahibi. Aralarında bu bölgede daha fazla alana sahip olabilmek için birbirleriyle kıyasıya ve sert bir mücadele var. Güney Kutup Bölgesinin paylaşıma açılmaması ve tüm insanlığın ortak malı olması konusunda ise hiç değilse şimdilik bir eğilim var.
Denizcileşmeye İhtiyacımız Var!
Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle Kuzey Kutup Bölgesinin zenginliklerinden pay almasına imkân yok ama çevresinde bulunan denizlerin (Karadeniz, Marmara, Ege Denizi, Akdeniz) zenginliklerine sahip olma şansı var. Tabii ki kafasını kullanırsa ve haklarına sahip çıkarsa! Ama iktidar bu hakların sadece göstermelik olarak peşinde ve ülkemizin kaynaklarını, enerjisini çağdışı ideolojisi ve hayali peşinde tüketiyor.
Türkiye’nin denizcileşmeye, yüzünü denizlere dönmeye, denizlerden katma değer üretir hale gelmeye şiddetle ihtiyacı var. Denizlerin giderek artan siyasi ve ekonomik değeri bize bunu dikte etmektedir. Denizciliği Türk Milletinin milli bir ülküsü haline getirmek, siyasetten ekonomiye, tüm dünya denizlerindeki hak ve menfaatlerimizden güvenliğe, denizcilik eğitiminden deniz hukukuna kadar tüm alanlarda eş güdüm sağlayabilmek için Denizcilik Bakanlığının kurulması adeta şart olmuştur.
Yerli ve milli olmayan, Türkiye’nin kurucu ideolojisine düşmanlık yapan, Türkiye’nin bir anlamda tapusu durumundaki Lozan’ı vurmaya ve aşındırmaya çalışan, verdiği kapitülasyonlarla ve çağın gelişimine ayak uyduramaması nedeniyle yarı sömürge haline gelen, parçalanan ve yıkılan Ortaçağ devleti Osmanlıya özenen “Yeni Osmanlı” hayali kuran bir irade ile bırakın Türkiye’nin denizlerdeki hak ve menfaatlerini koruyabilmesini, bekasını bile uzun dönemde sürdürebilmesine imkan yoktur.