Metin Çınar
  Güncelleme: 27-09-2021 20:43:00   27-09-2021 20:36:00

BİTMEYEN “ÇİN” İŞKENCESİ

BİTMEYEN “ÇİN” İŞKENCESİ

“Devletimizin son yıllarda Doğu Türkistan davasına “ŞAŞI” baktığını biliyoruz. Türk Yurdunda Türklük öksüz kalmış ki, Çin’e ne anlatacaksın. Doğu Türkistan’da bir zulüm vardır. Bunun bir an önce bitirilmesi lazım. İçimiz Yanıyor” (Doğu Türkistan davasının takipçisi Konya Milletvekili- Fahrettin Yokuş)

Doç. Dr. Erkin Emet, Çin’in 2017 yılından bu yana Türklere ve Müslümanlara yönelik soykırıma varan mezalimini belgelendirdikleri raporun tanıtımı olduğunu ifade etti. Raporun, özellikle Türkiye’deki tanıklarla belgelendirildiğini aktaran Doç. Dr. Emet, öncesinde de birçok benzer raporların da hazırlandığını belirterek, Türk soylu halklara yönelik gerçekleştirilen soykırımların hesabının sorulması açısından bu raporların kanıt niteliğinde önemli olduğunu söyledi.

Uygur İnsan Hakları Projesi ve Uygur Araştırma Enstitüsü’nün birçok kaynaktan elde edilen kanıtlarla hazırladığı ortak rapor, Uygur, Kazak, Kırgız ve Doğu Türkistan’daki diğer Türklere karşı işlenen suçlarının ciddi insan hakları ihlallerini kesin olarak belgelemektedir. Hazırlanan bu rapor iki kaynağa odaklanmıştır. Vahşet kurbanı olan ve aile üyelerinin ilk elden ifadeleri ile Çin Hükümetinin sızdırılmış belgeleridir. Diğer güvenilir kaynaklardan elde edilen başka belgelerle de birleştiğinde, büyük ölçekte insan hakları suçlarının işlendiği açıktır.

Türkiye uzun zamandır Uygur mülteciler ve aktivistler için bir sığınak sağladı. Ülkede tahminen 10.000 ile 50.000 arasında Uygur nüfus yaşıyor. Bunlar arasında Türkiye’ye üniversite okumak, evlenerek aile kurmak veya sadece Sincan’da karşılaştığı zulümden kaçmak için taşınan insanlar da bulunmaktadır. İstanbul’da ve diğer şehirlerde yaşayan Uygurlar, Türkiye’nin kendilerine sağladığı özgürlüğü, haklarını savunmak için kullandılar ve Çin baskısını küresel sahnede kınadılar. Buna rağmen Çin’in baskıları yoğunlaştığı için bu topluluk artan bir tehdit altına girdi. Çin hükümeti, Türkiye’deki Uygurları gözetlemek için ajanlar gönderdi. Ayrıca sessiz kalmaları veya ülkeye dönmeleri için de sürekli geride kalan aile üyelerini rehine olarak kullanıyor. Daha da kötüsü, Pekin, siyasi olarak aktif Uygurların iadesini talep etmede her zamankinden daha ısrarlı hâle geldi. Böylece bu kişiler Çin toplama kamplarında dünyanın gözünden uzakta kilitli kalabilecekler.

Uygurlara zalimce yapılan kötü muamele, vicdan sahibi insanlar arasında dünya çapında öfke yarattı. Özellikle Uygurlarla etnik ve dinî bağlarla birleşmiş olan Türk ve Müslümanlar için, onların acısı özel bir endişe sebebi oluyor.

Geçen yıl, uluslararası toplum Korona Salgını ile mücadele ederken, Uygurların çilesi azalmadan devam etti. Uygur halkının tamamı, amansız bir hükümet gözetlemesi altında bulunuyor. Bir milyondan fazla insan “yeniden eğitim kamplarına” gönderildi. Bunlar, esasında insanların aşırı kalabalık ve sefil koşullarda, sahte suçlamalarla belirsiz sürelerle tutulduğu toplu hapishanelerdir. Serbest bırakılanlar beyin yıkama, dayak, işkence, tecavüz ve zorla kısırlaştırma gibi korkunç hikâyeler anlatıyor.

Bu rapor, özellikle Türkiye’den derlenen verilerle Sincan’daki durumu açıklamak için gazete haberlerini ve ilk elden tanıklıkları bir araya getiriyor. Rapor, Uygur, Türk ve uluslararası basında yer alan haberlere dayanmaktadır. Bu haberler, ayrıca, Türkiye’deki Uygurlar ve onların aileleri ile yapılan röportajlar vasıtasıyla da doğrulanmıştır. Raporun devamında bu tanıkların anlattığı hikâyelerin doğrulanması için, Çin hükümetinin Uygurlara yönelik muamelesini tüyler ürpertici ayrıntılarla özetleyen, sızdırılmış devlet belgeleri incelenmiştir. Nihayet, bu rapor, Türkiye’de faaliyet gösteren ve Uygurlara yönelik zulümle de ilişkili olan bazı yüksek profilli Çin şirketlerinin ve aynı durumdaki bazı uluslararası şirketlerin değerlendirilmesiyle sona ermektedir.

GÖZETLEME

Çin hükümeti, Sincan Uygur topluluğunun her bir üyesinin sürekli gözetim altında olmasını sağlamak için yüksek ve düşük teknoloji yöntemlerinin bir kombinasyonunu kullandı. Uygurların cep telefonlarına konuşmalarını dinlemek için zorla uygulamalar yüklemek, zorunlu olarak DNA toplamak ve günlük hayatlarını kişisel olarak izlemek için Uygurların evlerinde yaşamak üzere Çinli “akrabaları” görevlendirmek gibi uygulamalar bu kapsamdadır. Bu gözetimden elde edilen bilgiler, her bir Uygur’un “tehdit seviyesini” değerlendiren Entegre Ortak Operasyonlar Platformu (EOOP) adlı bir veri tabanında toplanıyor

“Esselam Aleyküm” demeyin:

Zumret Dawut, İstiqlal TV’nin “Patlayan Sukunet” programı, 8 Ocak 2021
Bütün Uygur telefonlarına belirli kelimeleri kontrol edebilecek bir uygulama koydular. Dikkatsizce selam aleyküm dediğiniz anda her 300 metrede bir kurulan karakollardan birinden polis gelir ve “telefonda ne dedin” diye sorardı. Ve “yanlışlıkla ne söylemiş olabilirim” diye düşünmeye başlardık. Ve polis yine sorardı “konuşurken ne dedin? Bir dakika önce ailenden bir arama geldiğinde, cevap verirken başlangıçta hangi kelimeyi kullandın?” “Evet esselam aleyküm dedim” derdik. “Bundan sonra o kelimeyi kullanma. Bir daha kullanırsan seni doğruca bir eğitim merkezine göndeririz” derdi polis bize. Bu sebeple biz Uygurlar esselam aleyküm demeyi bıraktık. Şimdi Çinliler gibi “nasılsın” demeye başladık.

GÖZALTI

Çinli yetkililer, bu değerlendirmeleri düşüncelerini, konuşmalarını veya eylemlerini şüpheli veya sorunlu bulduğu kişileri gözaltına almak için kullanıyor. Uygurlar, Kuran’a sahip olmak, arkadaşlarını “Mübarek Cuma” ifadesiyle selamlamak veya sadece domuz eti yemeyi reddetmek gibi “uygunsuz” dindarlık belirtileri gösterdikleri zaman düzenli olarak gözaltına alınıyorlar. Türkiye ile “bağlara” sahip olmak da diğer bir gözaltı sebebidir. Bu “bağlar”, Ankara’da bir akraba ile konuşmak, İstanbul’da uçak değiştirmek veya sadece “made in Turkey” etiketli bir halıya sahip olmak gibi göstergeler olabiliyor.

WhatsApp’ı İndirdiniz:

Zumret Dawut, İstiqlal TV’nin “Patlayan Sukunet” programı, 8 Ocak 2021
15-20 gün sonra toplu tutuklamalar başladı. Ne oldu? Whatsapp indirdiniz. Facebook’u telefonunuza indirdiniz. Telefonunuzda Türk Bayrağı var. Kuran ayetlerini indirdiniz. Burada bu kişinin telefon numarası var. Bir yerde “Allahu Ekber” veya “İnşallah” diyor. İkinci el telefon sebebiyle [de] birçok kişi mağdur oldu.

HAPİS VE BEYİN YIKAMA

Sonuç olarak, bu şekildeki çeşitli suçlar, Sincan Uygurlarının toplu olarak hapsedilmesi için sadece bir bahanedir. Şu anda bir milyondan fazla insan, sayıları giderek artan gözaltı merkezlerinde tutuluyor. “Eğitim ve öğretim merkezleri” olarak adlandırılan bu tesisler aslında çok daha tehlikeli bir işleve sahip. İçeride, Uygurlar süresiz olarak işkenceye ve beyin yıkamaya maruz kalıyor. Bu uygulama onların ruhlarını, inançlarını ve kolektif kimliklerini ezme amacı güdüyor.

O Hâlde Allah Sizi Kurtarsın

Zumret Dawut, İstiqlal TV’nin “Patlayan Sukunet” programı, 8 Ocak 2021:
Koridora girdiğinizde o acı görüntüye dayanmak güçtü. Çünkü orada 60-70 yaşındaki ninelerle genç kızları görüyorsunuz. Hepsi kelepçeli. Ve her birinin başında iki polis memuru. Bana bir kıyafet getirdiler ve üzerimi değiştirmemi söylediler. “Nerede değiştirebilirim?” diye sordum. “İşte burada” dediler. “Peki ya bu iki polis,” dedim. “Onlara ne olacak ki” dediler. “Bu adamların önünde nasıl değişebilirim” dedim. “Sessiz ol, burası senin evin değil” dedi polis. “Susmazsan bu polisler giydiğin kıyafetleri yırtar” dediler. Beni götürdükleri hücre, bir insanın dayanamayacağı kadar pis kokan zifiri karanlık bir odaydı. Zifiri karanlık. Benden önce hücredeki insanlarda kızarıklıklar vardı. Elleri ve ayakları yaralarla kaplıydı. Bunlara bir çeşit sıvı ilaç püskürtülüyordu. “Öne dön” dediler ve herkes öne döndü. “Geriye dön” dediler ve herkes geriye döndü, zavallı şeyler. İlaçları doğrudan kıyafetlerine sıkıyorlardı. Zavallı kadınlar ağlıyor ve acı içinde zıplıyorlardı.

68 yaşında bir kadın vardı. Bu anne hacca gitmek istemiş ve seyahat izni almak için Suudi Arabistan’da yaşamış birkaç kişiyle görüşmüştü. Ve bu sebeple kampa gönderildi. “O kadar aç olmasaydım ağrım bu kadar kötü olmazdı” dedi. Bu sebeple ona yemeğimi verdim. Ben ona yemeğimi verir vermez biri hücreye girdi ve onları üzerime attı. Kamptaki ikinci günümdü. Beni yere ittiler ve şiddetle dövdüler. Darbelerin şiddetini anlatamam. “Aman Tanrım, bizim gibi zavallı Müslümanları dövüyorlar” diye ağladım. “Tanrım mı diyorsun? Tamam, onu ara,” diye yanıtladı gardiyanlar. “Görelim bakalım, Allah sana yardım etsin. Eğer Tanrı güçlüyse, seni altımdan kurtarsın. Bu yüzden size bunu yapıyoruz. Hak ediyorsunuz.” Ve bunu söylerken beni daha sert dövdüler.
Öğretmenler dikenli tellerin dışında oturur ve bize ders verirdi. Sanki öğretmenlere zarar verecekmişiz gibi. Derslerde ellerimiz kelepçeliydi. Yer buz gibiydi ve otururken amansızca titrerdik. “Siz Uygurlar aslında Müslüman değildiniz. İslam, size Arabistan’dan, sonradan gelen bulaşıcı bir virüstür...” Her gün ders bitince bize “Allah var mı?” diye bağırıyorlardı. Bize Tanrı yok dedirtmek istiyorlardı ve biz de ‘hayır’ demeye zorlanıyorduk. Sonra hemen “Şi Cinping var mı?” diye soruyorlardı. Ve hep birlikte (Tanrı bizi affetsin diyerek) “Evet Şi Cinping Var ve bize gösterdiği iyiliği görüyoruz” diye cevap veriyorduk.

SUSTURMA

Son olarak, Çinli yetkililer, bu baskının boyutunu dış dünyadan gizlemek için Uygurları sistematik olarak sessizleştirdiler. Uygurlar daha fazla hapis acısıyla konuk gazetecilere, uluslararası komitelere ve hatta kendi aile üyelerine yalan söylemek, içinde bulundukları koşulları övmek ve herhangi bir zulümle karşı karşıya olduklarını inkâr etmek zorunda kalıyorlar.

Camide Sahnelenen Bir Tiyatroydu:

Zumret Dawut, İstiqlal TV’nin “Patlayan Sukunet” programı, 8 Ocak 2021
Polisten, belediyeden ve güvenlikten 12-13 kişi binaya girdiğinde biz babamın evindeydik. “Buraya gelme sebebimiz,” diye başladılar, “yarın dışarıdan müfettişlerin gelmesi ve sizin caminizin büyük camilerden biri sayılması... Temizlikçileri çağırdık ve camiyi temizlediler. Yarın camide beş vakit namaz kılacaksınız. Bütün namazlarınızı camide kılın çünkü ne zaman geleceklerini bilmiyoruz.” Babam onlara “bazen namaz kılın, bazen de kılmayın diyorsunuz” dedi. Babamın önüne bir zarf koydular. “Yarın yabancılar camiye geldiklerinde, iyi konuşmayı bilen biri olarak onlara ‘yirmi dört saat sıcak suyumuz var, abdestimizi rahatlıkla alıyoruz, devlet bize hiçbir zaman namaz kılmayın demiyor, camimiz yirmi dört saat açık, devlet camimize her türlü kolaylığı ve yardımı sağlıyor,’ diyeceksin, bütün bunları yabancılara anlatmalısın” dediler. Babama sayfalarca not verdiler. Babam onlardan birine, “bu başka bir tuzak olmasa iyi olur” dedi. Babama endişelenmemesini söylediler ve “bir namaza yirmi yüen, beş namaza 100 yüen bıraktık. Yarın camideysen işini yapmış olursun.” Ve 100 yüen bırakarak ayrıldılar.

Bize “endişelerinizi göstermeyin, sosyal medya paylaşımlarınızda mutlu olun” diyorlar. Mutlu görünmemek gibi bir lüksümüz yok. Kamplardaki insanlara bile aileleriyle görüştüklerinde “çektiğiniz acıyı bir kez bile yüzünüzde hissettirirseniz ailelerinizi bir daha görme şansınız olmaz ve onlar da hapse atılır” deniyor.

Başka yerlerden teftiş komiteleri geldiğinde, polisi ve belediyede çalışanları Urumçi’deki Ana Pazar’da dans etmeye gönderdiler
Kaynaklar ve Yöntemler: Çin’in Sincan kurbanlarını susturmaya yönelik bu kampanyası karşısında, yine de birçok insan sesini çıkarma cesaretini gösterdi. 2021’in başlarında Uygurlar tarafından yönetilen İstanbul merkezli televizyon kanalı İstiqlal TV, Sincan’daki ve oradaki toplama kamplarındaki koşulları bizzat yaşamış kişilerle bir dizi röportaj yayınladı. Konuşanların gözetleme, gözaltı, hapis ve beyin yıkama ile ilgili anlattıkları, diğer kanallarda yer alan, Uygur Araştırma Girişimi tarafından doğrudan röportaj yapılan ve uluslararası medyaya konuşan kişilerin anlattıklarıyla örtüşüyor.

Çin Hükümetinden Sızan Belgeler:

Bu ıstırabın hem yaygın olduğunu hem de dikkatli bir şekilde yönetildiğini gösteren Çin hükümetinin sızdırılmış belgelerine karşı okunduğunda Sincan’daki zulmü ilk elden tadanların anlattıkları daha da rahatsız edici oluyor.

“Sincan Belgeleri” diye adlandırılan bir grup belge, Çin hükümetinin Uygurlara karşı mevcut kampanyasının ardındaki dikkatli planlamanın kanıtlarını sunuyor. Belgeler, diğer şeylerin yanı sıra, şimdiki Devlet Başkanı Şi Cinping’in Nisan 2014’te “diktatörlüğün organlarının” kullanılacağı topyekûn bir mücadele çağrısının yer aldığı, “kesinlikle sıfır merhamet” ilkesini gösteren özel bir konuşmasını detaylandırıyor. Belgeler ayrıca hapisteki aile üyeleri hakkında soru soran insanlara güven vermeleri için Komünist parti yetkililerine ayrıntılı talimatlar da veriyor. Bu talimatlar, kendi davranışlarının akrabalarının salıverilme şanslarını etkileyebileceği konusunda onları uyarmayı ve onları akrabalarının gözaltına alınmasına müteşekkir olmaya teşvik etmeyi içeriyordu.

İkinci bir grup belge olan “Çin Telgrafları”, hapsedilen Uygurların Çin hükümetine bağlı fabrikalarda zorunlu işçi olarak çalıştırıldığını gözler önüne seriyor. Toplama kamplarında uzun süre tutulan Uygurlar, “yoksulluğu azaltma”, “istihdam hizmetleri” ve “sürekli yardım ve eğitim” gibi sloganlarla, üç ilâ altı ay boyunca yetkililerin gözetimi altında çalıştırılmak için tekstil ve diğer tüketim mallarını ürettikleri iş yerlerine gönderiliyor.

Son olarak, Karakaş belgesi olarak bilinen daha yakın tarihli bir sızıntı, Uygurların sistematik ve müdahaleci bir şekilde bütün Sincan genelinde gözetlendiğini ve Uygurların gözaltı merkezlerine toplatılmasında kullanılan sözde gerekçeleri ortaya koyuyor. Karakaş Belgesi, Karakaş ilçesinden 311 tutuklunun aileleri, sosyal ilişkileri ve dinî davranışları hakkında ayrıntılı bilgiler içeren Çince bir elektronik tablodur. Belge, Çincede, “ ‘Geri Dönmeyen’ Kişilerle İlişkili Tutuklular” başlığını taşıyor ve “[Çin’in] dışında olan en az bir kişiyle ilişkili” bireylere odaklanıyor. Karakaş belgesi, “Uygur bölgesindeki bir hükümet çalışanının belgeyi, Asiye Abdulaheb’e sızdırması ve onun da Uygur sürgünü Abduweli Eyüp’e ulaştırması” sonucunda Uygur İnsan Hakları Projesi tarafından yayımlandı.

Şirketlerin Sorumlulukları:

Bir dizi uluslararası ve Çinli şirket, Sincan’daki Uygurların acılarından kâr elde etti. Bunlar arasında, gözaltı kamplarından Çin fabrikalarına gönderilen isteksiz Uygur işçiler tarafından işlenen pamuk ve diğer malzemeleri kullanan giyim perakendecileri bulunuyor. Ayrıca, Çinli yetkililerin Uygurları izlemek ve nihayetinde tutuklamak için kullandığı donanımın üretilmesine yardımcı olan bir dizi önde gelen Çinli telekomünikasyon ve elektronik firması da buna dâhildir.

Türkiye’de Faaliyet Gösteren Çin Şirketleri

Huawei Türkiye:

Çinli telekomünikasyon devi Huawei’nin Türkiye’de 1.400’den fazla çalışanı ve 4,5G hizmetleri için bütün operatörlerle sözleşmesi var. Ana distribütörü Penta Teknoloji. Ürünleri Alibaba’ya ait Trendyol dâhil bütün ana sitelerde satılıyor. Şirketin Türkiye’de yerel cep telefonu üretimine başlamayı planladığı bildiriliyor. Huawei’nin Çin dışındaki en büyük Ar-Ge merkezi İstanbul’da. 2010’dan bu yana merkeze 520 milyon TL yatırım yapan Merkez, yerel ekonomiye 260 milyon dolar katkı sağladığını söylüyor. Merkez, 2020’de 200 mühendisi daha işe alarak 690 araştırmacı kapasitesine ulaştı. Huawei, Türkiye’de (ve diğer 10 ülkede) eğitim programları düzenliyor. Huawei Akademi, İstanbul merkezindeki programların yanı sıra Türk Telekom, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi ile ortak IP sertifika programları yürütüyor. Geçen yıl, ICT Akademi programı için 11 Türk üniversitesi ile ortaklık kurdu. Huawei ayrıca İstanbul Üniversitesi - Cerrahpaşa’da HAINA adlı bir bilgisayar laboratuvarını da yönetiyor.

Son on yılda Huawei, Çin hükümetinin Sincan’daki Uygurları gözetleme ve kontrol etme çabalarında hevesli bir ortak oldu. Hatta Huawei yöneticileri bu konudaki rolleriyle defalarca övündüler. Örneğin 2018’de Çin hükümetinin Ürümçi’deki bir internet sitesinde, bir Huawei yöneticisinin “Huawei, Kamu Güvenliği Bürosu ile birlikte akıllı polislik hizmetleri alanında yeni bir çağın kilidini açacak ve daha güvenli, daha akıllı bir toplum oluşturmaya yardımcı olacak” şeklindeki sözleri yer aldı. Huawei ayrıca, “Aksu Vilayeti Kamu Güvenliği Bürosu için Modüler Veri Merkezi” gibi Sincan’daki projelerini kurumsal tarihindeki “başarı örnekleri” olarak gösteriyor. Aslında, Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü tarafından belirtildiği üzere, bu örnekler, Sincan eyalet hükümetiyle “ortak bulut bilişim ile büyük veri” teknolojisini geliştirmek ve “Karamay ile Kaşgar illerinde polis gözetim sistemleri” inşa etmek için bir anlaşma da yapan Huawei’nin bölgedeki kârlı çalışmalarının sadece küçük bir kısmını oluşturuyor.

Dahua Teknoloji ve Hikvision Türkiye A.Ş.:

Video gözetim şirketi Dahua, Türkiye’de Huawei’den çok daha küçük bir varlığa sahip olsa da şirketin ülkede 36 ofisi bulunuyor. Dahua’nın Türkiye yerel satış direktörü Hüseyin Topuz’dur. Dahua’nın ana distribütörleri Okisan, Altera, Netus ve Rivo’dur. Şirketin çeşitli ürünleri hepsiburadacom ve Trendyol gibi popüler sitelerde satılıyor. Diğer bir video gözetim şirketi olan Hikvision’ın İstanbul ve İzmir’de ofisleri bulunuyor. Türkiye’deki satış direktörü Erbil Çorbacı. Şirketin internet sitesinde Türkiye’deki dört distribütör listeleniyor: Ekingen Elektronik, Koyuncu Elektronik, Öncü Güvenlik Sistemleri, Tesan İletişim.
Hem Dahua hem de Hikvision, Sincan’ın Uygur nüfusunu izleyen gözetim sistemlerini kurmak için Çin hükümetiyle milyonlarca dolarlık sözleşmeler imzaladı. Bunlar, Uygurları kameralarıyla sokaklarda, camilerin avlularında, bölgedeki birçok gözaltı merkezinin koridorlarında ve hücrelerinde gözetleyen iki şirkettir.

  Bu yazı 4286 defa okunmuştur.
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
BİZİ TAKİP EDİN
  • Tüm Anketler
    Web sitemize Beğendinizmi?
    HABER ARŞİVİ
    YUKARI nisbar giriş betnis giriş yakabet giriş